1 Mayıs’ı geride bıraktığımız, 19 Mart’tan beri kitlelerle birlikte soluk alıp vermenin kısmi başarılarıyla Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın anmasına hazırlanıyoruz. Kitlelerle buluşmanın, onların taleplerini, öfkesini anlamaya çalışarak önderlik etme ve örgütleme yeteneğimizi geliştirmeye çalıştığımız bir pratikle karşıladık 1 Mayıs’ı. Bu çabanın ve enerjinin sokaktaki karşılığını gördük. Doğru zamanda ve doğru yerde yapılan müdahale özellikle gençlik kitlesinde “İbocular geliyor” söylemiyle karşılık bulmuştur. Doğru anda yapılan doğru adımın yarattığı bu olumluluk bize bazı noktaları yeniden hatırlatmıştır.
Doğru ve zamanında atılmış, kitlelerin talep ve beklentileriyle buluşan her adımın sonuçlarını gördüğümüz bu dönemde en çok karşılaşılan sorulardan biri “kimdi İbrahim Kaypakkaya?” sorusuydu. Sorunun yanıtı onu tanıyan, düşüncelerini bilen katledildiği 18 Mayıs 1973’ten beri anlatılan, her kesimin farklı cevaplarla ifade ettiği İbrahim Kaypakkaya kimdir sorusunun gerçek yanıtı onun ardıllarındadır. Bu gerçek onu bugüne kadar kitlelere olması gereken biçimde, onun fikirlerini sınıf mücadelesinin bir rehberi haline getiremediğimiz gerçeği ile birlikte kabul ediyoruz. 24 yaşında kasketli bir komünistin mahir elleriyle yazılan ülkemiz devriminin yolunu merak edenler, onu anlamaya çalışanlar ve hatta onu tanımaya çalışanların, yönünü ve önderliğini arayan genç kitlenin oluşu ayrıca dikkat çekmemiz gereken bir gerçektir.
İbrahim Kaypakkaya sınıf mücadelesinin, kitle hareketlerinin ateşinde pişmiş, ülkemiz devriminin sorunlarını ve niteliğini bu pratiğin içinde şekillendirmiş komünist bir önderdir. Döneminin kitle kalkışmalarının içinde yer alırken tüm pratiği sınıfın yani proletaryanın bilimsel ideolojisi ve yöntemiyle inceleyerek sonuç çıkarmıştır. Bu kavrayıştan ötürüdür ki tüm sorunları tahlil ve çıkardığı sonuçlar çığır açan bir manifesto niteliği kazanmıştır. İki sınıfın kavgasıydı süregelen ve sürecek olan. Onu ve dünyayı kuşatan devrimlerin niteliğini ve ülkemiz devriminin niteliğini proletaryanın gerçek kurtuluşunu sağlayan Marksizm-Leninizm ve Maoizm’i kavrayarak, onu bir dogma değil eylem kılavuzu biçiminde kavrayarak incelemiştir. Onu diğerlerinden ayıran temel öğe bu net duruş ve kavrayıştı. Bu berraklık tüm diğer sorunlara nasıl yaklaştığının, nasıl yaklaşılması gerektiğini de beraberinde getirmiştir.
Bu kavrayış bir dizi sorunun tahlilinin, ülkemiz ezilenlerinin gerçek kurtuluşunun ancak bir komünist önderlikle mümkün olacağı sonucuna götürmüştür. O sınıf mücadelesinin kendiliğinden gerçekleşen yapısına tapınmamış; ancak ayağını bastığı zeminin o olduğunu da unutmamıştır. Lenin’in “Proletaryanın kendiliğinden mücadelesi, bu mücadele güçlü bir devrimciler örgütü tarafından yürütülmediği müddetçe, gerçek bir ‘sınıf mücadelesi’ haline gelemeyecektir.” (Lenin, Seçme Eserler Cilt 2, s. 154) yaklaşımından doğru sadakatle hareket etmiştir. Bu sadakat İbrahim yoldaşı komünizmin bayrağını dalgalandıran, onu tüm lekelerden kurtarma mücadelesine vakfeden titiz çalışmalar yapmaya sevk etmiştir. Nihayetinde 24 Nisan 1972’de komünist öncüyü programatik görüşler, teoriler geliştirerek ilan etmiştir.
Bu berraklık ve kavrayış onun diğer temel sorunlara yaklaşımını da belirledi. Kemalizm’den ve onun etkisindeki tüm bir tarihten ve anlayıştan kopuşun gerisindeki derin sınıf analizi ve netlik, İbrahim’i diğer önderlerden ayıran temellerden biridir. Bu ayrıma götüren ise Türk devletinin niteliğini çözümlemedeki bilimsel çözümleme gücüdür. Kurtuluş Savaşını kendine dayanak yapan devrimci, aydın, demokrat kesimlerin Kemalizm’i anti emperyalist değerlendirmelerinin aksine İbrahim, Kemalizm’in ipliğini pazara çıkarmıştır. Onun anti emperyalist değil ancak anti işgalci olarak değerlendirilebileceğini, dayandığı sömürücü sınıflar itibarıyla de ilerici değil, faşist karakterini ortaya koymuştur. Başta işçi sınıfı olmak üzere, köylülerin ve emekçilerin düşmanı olduğunu tespit etti. Bu tespitleri çeşitli revizyonist ve oportünist kesimlerin hedefi oldu. Ancak o tüm bu saldırıları teorinin gücüyle bertaraf etti.
Sorun henüz günceldir, manipülasyon devam etmektedir. 19 Mart sonrası dünün revizyonist-oportünist akımlarının CHP etrafında nasıl kenetlendiğine Saraçhane mitinglerinde tanık olduk. Mağdur sıfatıyla anılan CHP’ye sunulan destek, alanda toplanan binlerin, sokağa çıkan milyonların mücadelesini sekteye uğratmakla kalmayarak kitlelerin mücadelesini de CHP saflarında eritmeye, dizginlemeye çalışmışlardır. Sokaktaki gücü mevcut sisteme yedekleyen CHP bir kez daha demokrasi “şovu” gerçekleştirmiştir. Kitlelerin demokrasi özlemi sandık seçeneği baskılanmak istenmiştir.
CHP’nin yükselmeye eğilimli hareketi söndürme çabası özellikle gençlik kitlesinde bir tepkiye neden olmuştur. Bu tepki önemlidir; ancak bir diğer önemli nokta bu kitle pratiğinden çıkan sonuçları doğru analiz etmektir. Kendiliğinden hareketi, sınırlarının ilerisine taşımak bizim görevimizdir. Bu hedefle İbrahim’in Kemalizm tahlilini kitlenin elinde bir meşaleye dönüştürmeliyiz.
Aynı soruya verilecek diğer bir yanıt onun Kürt ulusal sorununda bir kopuşu temsil eden fikirlerin sahibi olduğudur. Bu onun Türk devletinin niteliğine dair yaptığı berrak yaklaşımın bir sonucudur. Devletin karakterini doğru analiz, ülkede bulunan sınıf ve ulusların durumuna dair de net yaklaşımı getirmiştir. Ezilen ulusa uygulanan zulmü değerlendirirken yine elinde sınıfın bilimsel tezleri vardı. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkının tanınmasını çözümünü çözüm anahtarı olarak ortaya koymuştur. Soruna dair yaptığı çözümlemeyle hareket üzerindeki sosyal şovenizmi silip atmıştır. Kürt ulusuna değil diğer milliyetlere dönük baskıyı da deşifre etmiş, soruna proletaryanın çıkarları penceresinden bakarak bu alandaki mücadeleyi ve proletaryanın görevlerini de tarif etmiştir.
Diğer bir yanıt ezilenlerin kurtuluşunu sağlayacak devrimin yolu konusundaki berrak fikirlerin sahibi oluşudur. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi İbrahim Kaypakkaya gerçek kurtuluşun ancak doğru önderlikle buluşacak kitlelerin kalkışmasıyla olacağının net bilincidir. O ülkemizin toplumsal ve siyasal yapısını, sınıfların durumunu, ekonomik ve sosyal yapısını ve buna bağlı olarak da devrimin niteliğini net biçimde ortaya koymuştur. Devrimin karakterine dair kavrayış, devrimin araçları konusundaki berrak yaklaşımı da sağlamıştır. Devrimin ittifaklarını da proletaryanın çıkarları penceresinden bakarak belirlemiştir.
İbrahim, geliştirdiği bu fikirlerin yıkıcı, keskin ve uzlaşmaz niteliğinden kaynaklı devletin saldırılarının merkezindedir. Onun adını haykırmanın, onun silüetini taşımanın bir bedeli vardır. Sistemin sınırlarına çekilemez olan fikirlerini, baskı, zor, işkence ve katletmeyle dizginlemeye çalışan devlet bu amacına ulaşamamıştır. 53 yıllık mücadelede tüm yenilgi ve kayıplara rağmen bu duruştan taviz verilmemiş, onun mirasına sahip çıkılmıştır. Bu nedenledir ki güce tapınan, “dönemin ruhuna uygun” teoriler geliştirmeye çalışan, onu “aşmaya”, güncelleme yoluna girenler onun yolundan çıkmıştır. Onun tezlerinin güncelliğini kavramayanların bu kaçınılmaz sona gelmeleri elbette bir sürpriz değildir. Sınıf mücadeleleri tarihi böyle örneklerle doludur.
Onun fikirlerini anda proletaryanın çıkarlarıyla buluşturarak kitlelerin elinde bayrağa dönüştürmek ertelenemez görevimizdir. Bu bayrağı taşımanın kararlılığı ve azmiyle mücadeleye asılalım…
“‘İbo gidişat nasıl?’ gibi bir şeyler sordum. O her zaman gülen gözleri ve hiç çıkartmadığı şapkasıyla bir süre düşündü. ‘Ağabey, gidişat gidenin hızına, yürüdüğü yöne, arazinin yüzey şekillerine ve de hava koşullarına bağlıdır. Yani iyi değil; ama bu soluk bu yokuşu aşmak zorunda başka çaremiz yok’ dedi.”
Çaremiz yok onun yolundan başka!